MEKANI DİNLEMEK //

İç mimarlık mesleği insanlığın tarihinden beri bilinen en eski mesleklerden biri olup, Maslow piramidinin ikinci aşamasını karşılayan “güvenlik ve barınma” ihtiyacını gidermek amacıyla belirli prensiplerin oluşumundan meydana gelen bir meslek olarak doğmuştur.

Yüzyıllar hatta binyıllar içinde everilerek günümüze kadar ulaşan iç mimarlık, zaman içinde oluşan belirleyici tasarım ilkeleri, değişen ihtiyaçlar ve yaşam tarzları ile ritim ve ahenk yakalayarak günlük hayatımızın temelini oluşturuyor.

Mekan Tasarımı

Mekân tasarımı dediğimizde bir fikri, bir oluşumu disiplinler arası çalışma yöntemi ile belirli prensipler doğrultusunda, hayata geçirmek olarak anlamış oluruz. Fakat tasarımcı bu fikrin arkasındaki tasarımı hayata geçirirken zamanı, zamanı etkileyen kişileri, ressamları, müzisyenleri, edebiyatçıları kısaca ona ilham veren her şeyi ve herkesi göz önünde bulundurup tasarımını mekânsal algıyı, mekânın işlevselliğini ve çevresel koşulları kullanıcıya uygun hale getirmenin yanı sıra fikirlerini ve onu hayata geçiren faktörleri de yaptığı tasarımında gözetmiş olur.

Ses

Ses, basit anlatımıyla çeşitli dalgalanmaların insan kulağı tarafından duyulması şeklinde tanımlanabilir. Ancak kişisel olarak birçok anlam yüklediğimiz ve duyularımızı harekete geçiren temel yaşam olgularından biridir ses.

İnsanın evini ev yapan bir unsurdur diyebiliriz. Evin içinde çalan müzik sesini, kahve makinasının sesini, evin içindeki bir çocuğun veya evcil hayvanınızın sesini ya da sokaktan gelen bir satıcının sesini düşünün, tüm bunlar bizi biz yapar ve kendimizi bulunduğumuz yere ait hissetmemizi sağlar. Bu bağlamda ses ve mekân tasarımının iç içe olması kaçınılmazdır.

Müziğin iç mimariye dokunuşunu ele almak için ise Alman hezarfen, edebiyatçı, siyasetçi, ressam ve doğa bilimci Johann Wolfgang von Goethe’nin şu sözüne kulak verebiliriz:

“Music is liquid architecture; Architecture is frozen music.”

(Müzik sıvı mimari, mimari ise donmuş müziktir.)

Yukarıdaki alıntıda bahsedildiği üzere bu iki sanat kolu daima birbiri içinde bir akış oluşturmuş ve süregelen zaman içinde birbirinin içinde eriyip hayatımıza anlam katmıştır.

Her müzik parçasının kendi içinde bir düzeni ve matematiği vardır ve bir kompozisyonda karşımıza üç temel öğe olan ritim, ezgi ve armoni olarak karşımıza çıkar, bu da parçanın oran-orantı ve strüktürünü oluşturur.

Özellikle ritim öğesi mimaride ve iç mimaride sıkça kullanılan parametrelerden biridir.          

Selimiye Camii, müziğin sayısal yapısının mekân kurgusuna etkisinin direkt olarak yorumlanmış bir örneğidir ve Mimar Sinan camiyi yaparken şerefe ve kubbelerindeki görsel oranları birebir müzikal oranlardan almıştır. Böyle yapıların sayısı tarihte ve günümüzde azımsanamayacak kadar fazladır.

Modern mimarinin öncüsü sayılan Le Corbusier ile Yunan asıllı mimar/ müzisyen Iannis Xenakis’in 12 yıl boyunca aynı atölyeyi paylaşması da tesadüf değildir. 1958 Brüksel Dünya Fuarı’nda, Corbusier ve Xenakis’in iş birliği ile ortaya çıkan, Philips firması için tasarladıkları pavyon binası bu etkinin en iyi örneklerinden biri olabilir. Binanın ana fikri ürün sergilemekten çok yapının kendisinin hem iç mimarisi hem formu ile bir bütün oluşturup birçok sanat dalını içine alan bir esere dönüşmesidir ve dünyanın ilk tünel sanat yapıtı unvanını almıştır. Bu yapıt “donmuş müzik” kavramının en çarpıcı örneklerinden birini ortaya çıkartır.

Özetle iç mimaride bir ofis, konut veya kamusal alanlar tasarlarken kullandığımız temel prensipleri bir müzik kompozisyonu ile ilişkilendirmemiz gayet mümkünken bunun biz iç mimarların kullandığı bir yöntem olduğunu da söyleyebiliriz. Mekân algısını bir porte, mekân kurgusunu tını ve alan kullanımında seçilen öğeleri de notalar olarak düşünürsek eşsiz mekanlar yaratmak için gerekli enstrümanistler olarak şarkımıza başlayabiliriz.

Not: Peki biz bu sırada ne mi dinliyoruz?

Cevabı barkodu okutarak bulabilirsiniz: